Komünist Birlik HaftalıkKomünist Birlik Haftalık 13-19 Ekim 2025

Ekim 20, 202536 min


Kıbrıs Halkı Seçeneksiz Değildir!

KKTC seçimleri sonuçlandı. Seçimleri Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin adayı Tufan Erhürman kazandı. AKP-MHP’nin desteklediği Tatar ise büyük bir hezimete uğradı. Seçim sonuçlarıyla birlikte adanın durumu tekrar bölgenin gündemine taşınmış durumda. KKTC’nin gündemine bakarken kendi öznel koşullarını barındırsa da Türkiye ve bölge siyasetine etkileri ise kaçınılmaz. Fakat en baştan şunu söyleyebiliriz. Seçim süreci boyunca anketlerde ve kamuoyu araştırmalarında bu kadar yüksek bir farkın olacağı öngörülmüyordu. Tabii ki süreç boyunca Tatar lehine yaşanan manipülasyon ve propagandanın buradaki etkisi çok büyük ama en büyük etken olarak KKTC halkının değişim isteği olduğunu görüyoruz. Ankara merkezli ‘iki devletli çözüm’ siyasetinin halk tarafından kabul edilmediği ortaya çıkmış durumda. AKP’nin gerici siyasetini yıllardır Kıbrıs’a da taşımaya çalışması ve ada bölündüğünden beri Türkiye tarafından rant, kumar ve fuhuş merkezi olarak kullanılması da ada halkı tarafından hep tepki ve öfkeyle karşılandı. Buna karşılık soy bakımından Güney Kıbrıs vatandaşı olan KKTC vatandaşlarının AB vatandaşı olmaya hak kazanması ve KKTC’nin dünya tarafından tanınmaması da KKTC halkı için kritik bir etken olarak görülüyor.

Tufan Erhürman ise seçimi kazanmasının akabinde Ankara ile olumlu ilişkiler geliştireceğini, sürekli istişare içinde olacağını ve bunun bir devlet geleneği olduğunu belirtti. Federal çözümden yana olan Tufan Erhürman, Ankara’dan kendisine duyulan güvensizliği bir nebze hafifletti. Devlet Bahçeli’nin KKTC’nin ilhak edilmesi gerektiği söylemine rağmen, Recep Tayyip Erdoğan ve AKP kurmayları tarafından olumlu karşılandı. Tufan Erhürman ada halkının gerçek çıkarlarını temsil eden, emperyalizmin Kıbrıs adasını bir ileri üs olarak kullanmasına karşı çıkan ve Rum ile Türk halkının eşit ve adil bir tek ülkede yaşamasını savunan bir çizginin temsilcisi olarak seçildi. Tabii ki Tufan Erhürman öyle olduğu için değil fakat KKTC halkının yakıcı taleplerinin seçim döneminde büyük ağırlığının hissedilmesi, Tufan Erhürman tarafından ustaca kullanıldı. Bütün süreç boyunca Ankara ile taban tabana zıt bir siyaset geliştiren Tufan Erhürman seçim sonunda Ankara’nın politikaları hakkında olumlu sözler sarf etmesi, Ankara’nın da içini rahat ettirmiştir. KKTC halkının talepleri bellidir. KKTC Türkiye’nin illegal işlerinin yapıldığı kaçamak yuvası olamaz. KKTC kumarın ve fuhuşun merkezi değildir. Turizm ve inşaat üzerinden rant sağlanan ve kara para aklanan bir ülke değildir. Kıbrıs adası üzerindeki üsleri kapatılmalıdır. Emperyalizmin üsler üzerinden bütün bölgeye müdahalesi engellenmelidir. Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervleri için Kıbrıs üzerinden yapılan kirli siyaset durdurulmalıdır. Ve en önemlisi Rum ve Türk halklarının ortak, adil ve eşit birleşik bir Kıbrıs’ta yaşamalıdır. KKTC halkı seçimlerde oy kullanırken bu taleplerle oy kullandı ve arzu ettikleri yaşam budur. Şimdi sıra Tufan Erhürman’da. Tufan Erhürman Kıbrıs halkının gerçek çıkarlarına yönelik politikalar geliştirebilir ve kendisine verilen oyların hakkını ödeyebilir. Ya da emperyalizm, Türkiye, Yunanistan gibi aktörlerin kirli siyaseti içerisinde yer alıp Kıbrıs halkının verdiği oylara ihanet edebilir. Tufan Erhürman, temsil ettiği siyasi hat gereği emperyalizmin adadaki aktörlerinden biri olmayı arzu ettiği açık. Buradan Kıbrıs halkına ya Türkiye’nin fuhuş ve kumar merkezi olmaya devam edeceği ya da AB-ABD-İsrail’in taşeronu olacağı ve adanın yağmaya açılacağı gibi iki seçenek çıkıyor. Kıbrıs halkı bu iki seçeneği de elinin tersiyle itecek kudrete sahiptir. Birleşik, bağımsız ve eşit bir Kıbrıs, Kıbrıs halkının örgütlü gücüyle kurulacaktır.

Bölgemizde Emperyalizme Geçit Verilmemelidir.

Ortadoğu’da, başta ABD olmak üzere küresel güçlerin kontrolünde şekillenen yeni jeopolitik dengeler hız kazanırken, son günlerde yaşanan iki önemli gelişme bu tablonun çarpıcılığını ortaya koymaktadır. Bir yanda Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde gerçekleşen ve Gazze’deki ateşkesi kalıcılaştırmayı hedefleyen zirve, diğer yanda ise Suriye’de Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile IŞİD artığı Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) arasında varılan mutabakat, bölgenin geleceğini tayin eden adımlar olarak kayıtlara geçti.

Mısır’daki Gazze Zirvesi, ABD Başkanı Donald Trump’ın bizzat katılımıyla gerçekleşmiş, Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı zirve, “Kalıcı Barış ve Refah için Trump Deklarasyonu” adı verilen bir niyet beyanı ile sonuçlanmıştır. Bu zirve, İsrail ile Hamas arasındaki ateşkesin ilk aşamasının uygulanmaya konulmasının hemen ardından, esasen ABD’nin arabuluculuğunda tesis edilen barış sürecini uluslararası meşruiyet zeminine oturtmayı amaçlamıştır. Açıklanan metin, Filistinliler ve İsrailliler için “güvenlik, istikrar ve fırsat” vaat ederken, Gazze’nin yeniden imarı ve esir takası gibi konularda ABD’nin belirleyiciliği öne çıkıyor. Bu süreçte Türkiye’nin, ateşkesin sağlanmasındaki çabaları ABD tarafından övgüyle karşılanması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bildiriyi imzalayan dört liderden biri olması AKP’nin Filistin davasındaki ikiyüzlülüğünü göstermektedir.

Eş zamanlı olarak Suriye cephesinde de dikkat çekici bir gelişme yaşanıyor. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Genel Komutanı Mazlum Abdi ile Suriye’deki HTŞ yönetiminin lideri Colani arasında imzalanan ve son günlerde detayları kamuoyuna yansıyan anlaşma, Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürtlerin merkezi yönetime entegrasyonu yolunda yeni bir adımdır. Basında yer alan haberlere göre SDG Suriye İçişleri Bakanlığı’na bağlanacak, neredeyse isim değiştirerek Suriye’nin Ulusal Ordusuna dönüşeceğini söyleyebiliriz. Bu kapsamda bir SDG heyeti yakın zamanda Suriye Savunma Bakanlığı ile katılım sürecini başlatmak üzere Şam’a gidecek. Ancak bu askeri entegrasyon, SDG’nin temel siyasi talebi olan adem-i merkeziyetçi bir Suriye temelinde yapılmak isteniyor. SDG, kendi komuta düzenini koruyan bir askeri otonomi ve İç Güvenlik Kuvvetleri’nin (Asayiş) İçişleri Bakanlığı çatısı altında varlığını sürdürmesini istiyor. Öte yandan, HTŞ’ye yakın kaynaklardan gelen iddialar, SDG’nin üç tugay halinde orduya katılacağını, SDG/Asayiş isimlerinin silineceğini ve en kritik olarak Deyr el Zor’daki petrol sahalarının Suriye hükümetine devredileceğini öne sürüyor. Ayrıca Colani, Amerikan televizyon kanalı CBS News kanalına verdiği röportajda İsrail için tehdit oluşturmadığını ve savaş istemediğinin altını çizdi.

Ortadoğu’da emperyalizm tarafından İsrail ile uyumlu bir süreç işletilmek istenmekte, İsrail’in bölgede güvenliği sağlanmaya çalışılmaktadır. İsrail’in ”Barış Planı”nı bozduğunda, arkasına ABD’nin tam desteğini alarak Ortadoğu’ya daha fazla kan ve savaş getireceğini görmemiz lazım.

Düzen Partilerinin NATO’culuk Yarışı

Türkiye’nin NATO üyeliği ve emperyalist devletlerle kurduğu siyasi, ekonomik, askeri ilişkiler memleketimizdeki en önemli sorunlardan birini oluşturuyor. Emperyalizme tam boy bağımlılık sermaye düzeninin ve onun iktidarlarının kırmızı çizgilerinden yalnızca biri. AKP iktidarının yıllardır uyguladığı işbirlikçi politikalar ve emperyalist projelere verdiği destekler ülkemizi de büyük bir yoksullaşmanın eşiğine getirmiş durumda. Türkiye sermaye düzeni şimdi de Ortadoğu’nun emperyalistler tarafından yeniden dizayn edilme sürecine ellerini ovuşturarak dâhil oluyor, bunu gizlemek için ise Filistin halkının yanındaymış algısı yaratmaya çalışıyor.

İktidarın işbirlikçiliği, emperyalizme bağlılığı, İsrail ile ilişkileri toplum tarafından biliniyor. Bununla birlikte düzen güçlerinin de emperyalizme methiyeler dizdiği, projelerini desteklediği hatta akıl verdiği bir evreye geçmiş bulunuyoruz. CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer’in NATO Parlamenterler Asamblesi’ne sunduğu 28 sayfalık rapor, bu durumu özetler nitelikte. Rapor “İran’ın Bölge ve Avro-Atlantik Güvenliğine Yönelik Tehdidi” başlığını taşıyor. İsrail’in bölgedeki önemine değinen rapor İran, Rusya ve Çin’i de hedef alıyor ve emperyalizmin Ortadoğu başta olmak üzere attığı adımları meşrulaştırıyor.

İsrail’in Gazze katliamı ile derinleşen emperyalist saldırganlığı Şam’ın HTŞ kontrolüne geçmesi ve Beşar Esad yönetiminin düşürülmesiyle devam etmişti. Bugün ise emperyalizm Suriye’nin yeniden inşasına odaklandığı gibi bir taraftan da İran’a yönelik müdahale arayışı içerisinde. Tam da böyle bir tabloda CHP’nin NATO’ya sunduğu raporun emperyalistlerle aynı zihniyeti barındırdığı ifade edilmek durumunda. Bugün iktidar ve düzen muhalefeti NATO’culuk yarışına girmiş vaziyette. Ülkemizin bağımsızlığını kazanması, bölge halklarının yıkımdan, açlıktan ve geleceksizlikten kurtulması ise tam tersi emperyalizme karşı mücadele ile mümkün.

Emekçiler, düzen güçlerinin işbirlikçi, sermaye ve gericilik yanlısı tutumunu görmeli ve yeni bir düzenin mücadelesini yükseltmelidir.

Eşit Yurttaşlık Sosyalizmdedir.

Cumhur İttifakı’nın ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, geçtiğimiz salı günü Meclis grup toplantısında “Cami ne kadar bizimse, cemevi de bizimdir” diyerek cemevlerinin ibadethane olarak tanınmasının önündeki engellerin kaldırılması gerektiğini söyledi. Bu çıkış, iktidar bloğunun yeni bir “Alevi açılımı” hazırlığı için ilk adımlar olduğu dile getirildi.

Ancak bu söylem, ülkemizin yakın tarihinde Alevilere yönelik en büyük katliamların başlıca örgütleyicisi olan faşist hareketin geçmişiyle açık bir çelişki içindedir. Maraş, Çorum, Sivas gibi katliamlar yalnızca tarihin karanlık sayfalarında kalmadı. Aynı anlayış, bugün de farklı biçimlerde kendini yeniden üretmektedir. Bu nedenle MHP’nin “Alevi açılımı” olarak sunduğu hamle, geçmişteki suçların üstünü örtme ve toplumsal hafızayı manipüle etme girişimidir.

Geçmişte ve bugün Alevilere yönelen saldırıların arkasındaki faşist hareket, bölgede yaşanan emperyalist dönüşümlere paralel olarak Türkiye’yi bu sürecin taşeronu haline getirirken, “açılım” adı altında gündeme getirilen her adım, gerçekte ülke içindeki toplumsal direnci kırma, mezhepsel farklılıkları siyasal manevraların aracı haline getirme çabasının ürünüdür.

Bu ”açılım”lar Alevi toplumunun yıllardır dile getirdiği eşit yurttaşlık taleplerine yanıt değildir. Tam tersine, dini kimlikleri siyasallaştırarak asimilasyon politikalarını derinleştiren bir anlayışın devamıdır.

Alevilerin yıllardır dile getirdiği taleplerin karşılanması yerine, iktidar bloğu toplumsal meşruiyetini yeniden üretmek için Aleviliği araçsallaştırmaktadır.

Bugün “Alevi açılımı” adıyla gündeme getirilen bu siyaset, eşit yurttaşlığı değil, sermaye düzeninin ve emperyalist planların güvenliğini hedeflemektedir. Gerçek çözüm, inanç ve kimlikler üzerinden kurulan bu sahte açılımlarda değil; laik, eşit ve özgür bir ülke kurularak gerçekleşecektir.

Düzeniniz Batsın, İşçiler Yaşasın

İSİG raporuna göre ilk 9 ayda iş cinayeti ile kaybettiklerimizin sayısı en az 1566. Yalnızca Eylül ayında 9 çocuk/ genç işçi, iş cinayeti nedeni ile aramızdan ayrıldı.

Çünkü patronların kâr hırsı bitmiyor. Maliyetten kısmak için gerekli önlemleri almıyorlar, makineler bakımsız, çalışma saatlerini sürekli uzatıyorlar; yetersiz, güvenlik önlemi alınmayan tehlikeli ekipmanlar ile çalışmaya zorluyorlar. Rekabet gerekçesi ile ucuz işçiliği ekonomik model olarak görüp, işçi sağlığı için alacağı önlemleri maliyet unsuru olarak kabul etmekte, devlet de buna göz yummaktadır. Çünkü egemenler için daha çok kâr işçi hayatından, işçi sağlığından daha önemlidir.

Örgütsüzlük, güvencesiz çalışmaya neden olmaktadır. İş kazalarını, cinayetlerini kaçınılmaz gören anlayış ile mücadele edilmesi gerekmektedir. Toplumu ve insanı merkeze alan onun yaşamını dert eden siyaseti yükseltmekten başka çıkar yol yoktur.

Rojin’e Ne Oldu?

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü 1.sınıf öğrencisi Rojin Kabaiş, 27 Eylül akşamı kayıtlı olduğu KYK yurdundan akşam yemeğini yedikten sonra oda arkadaşlarına “Sahile çakıl taşı toplamaya gidiyorum” diyerek ayrıldı. Rojin akşam geri dönmeyince 28 Eylül günü yine oda arkadaşları polise kayıp ihbarı yaptılar. Bu sırada Van Gölü sahilinde yapılan araştırmalarda Rojin’e ait cep telefonu, kulaklık, kek ve su bulundu.

Diyarbakır Barosu’ndan davayla ilgilenen Av. Cansel Talay; Rojin’in kaybolduğu 27 Eylül 2024 gününden cansız bedeninin bulunduğu 15 Ekim 2024 gününe ve Adli Tıp raporunun paylaşıldığı 10 Ekim 2025 gününe kadar bir sürü ihmal ve çelişkili ifadeyle Rojin Kabaiş cinayetinin örtbas edilmeye çalışıldığını, ilgili kurumların sorumluluğu üzerinden atmaya çalıştığını ifade etti. Öncelikle baba Nizamettin Kabaiş, birinci dereceden sorumlu olan yurt müdürünün Rojin kaybolduktan 1 gün sonra kendisini haberdar ettiğini, aile Van’a geldikten sonra polise kayıp ihbarını yine kendilerinin yaptığını söyledi. Böylelikle arama çalışmalarına geç başlanmış olundu. Ayrıca ailenin Rojin’in oda arkadaşı ile görüşme isteğinin Yurt Müdürü tarafından engellendiği ve bu yüzden yurt yetkililerinin de şüpheli olduğu, bir şeyler bilmeseler neden bu görüşmeye engel olduklarının izaha muhtaç olduğunu belirtti.

Rojin’in hangi suda boğulduğu, ölüm saati, 24 kilometre nasıl sürüklendiği, yurttan çıkarken giydiği terliklerin nerede olduğu, vücudundaki izlerin darp sonucu mu sürüklenme sonucu mu olduğu aile ve kamuoyuna açıklanmadı. Aynı şekilde yaklaşık 1 yıl sonra 10 Ekim 2025’te açıklanan Adli Tıp raporuyla Rojin’in göğüs ve vajinal bölgesinde tespit edilen 2 erkek DNA’sının kime ait olduğu açıklanmadı. Savcı dosyaya kısıtlılık kararı getirdi. Böylelikle ailenin ve avukatların dosyaya erişimi kısıtlandı. Sosyal medya paylaşımlarıyla Rojin’in akıbetini soranlara davalar açıldı.

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi yönetimi Kabaiş ailesinden ve Rojin’e ne oldu diye soran duyarlı yurttaşlardan “Okulun ve yöneticilerin itibarını zedeleyen paylaşımlar yapmak” suçlamasıyla şikâyetçi olacağını bir basın açıklamasıyla duyurdu. Baba Nizamettin Kabaiş cinayetin aydınlatılması için büyük bir mücadele verdi, akıbeti sorulan başka kadınların Adalet Mücadelelerine de destek verdi. Üniversitelerde gençlik, Rojin için yürüyüş ve basın açıklamaları düzenledi. Ve sonucunda intihar etti denilerek üzeri kapatılmaya çalışılan Rojin Kabaiş davasında yaklaşık 1 yıl sonra ATK raporu açıklandı.

“Rojin’in başına ne geldi?”sorusunu sormaya devam edeceğiz. Rojin’in başına gelenlerin aydınlatılması, sorumluların cezalandırılması ve başka Rojin’lerin kurban edilmemesi için kadın düşmanı bu düzeni değiştirmek için mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz.

Sosyalist Düşünce Toplulukları: Faşistler ve Emperyalistler Kampüslerimizden Defolun!

İstanbul Teknik Üniversitesi’nde son günlerde yaşananlar, üniversitelerimizin kimlerin hizmetine sunulmak istendiğini bir kez daha açıkça gösteriyor.

Taşkışla Kampüsü’nde, Türkiye’de sermayenin yarattığı çete düzeninin simgesi haline gelmiş; kontrgerilla faaliyetlerinin baş aktörlerinden, birçok devrimcinin katledilmesinden sorumlu, uyuşturucu ticaretiyle zenginleşmiş halk düşmanı Abdullah Çatlı’nın hayatını anlatan bir film çekilmesi gündemde.

Bu girişim, yalnızca faşist bir katilin aklanma çabasına hizmet etmekle kalmıyor; aynı zamanda üniversitelerimizin belleğini, tarihini ve devrimci değerlerini kirletmeyi hedefliyor. Ancak mesele sadece bundan ibaret değil!

İTÜ Tuzla Kampüsü, dünyanın en büyük terör örgütü olan NATO’nun yeni savaş teknolojilerinin deney sahasına dönüştürülmek isteniyor. Atanmış rektör, öğrencilerin eğitim ve yaşam alanlarını kısıtlayarak kampüsü NATO’ya tahsis ediyor. Bu karar, emperyalizmin kanlı ellerinin doğrudan üniversiteye uzanması anlamına gelmektedir.

Bizler, üniversitelerimizin savaş politikalarının, faşist propagandaların ve düzenin kirli ideolojilerinin alanı haline getirilmesine izin vermeyeceğiz!
İstanbul Teknik Üniversitesi, atanmış rektörlerin, sermayenin ya da NATO’nun değil; bu ülkenin ilerici, yurtsever, eşitlikçi gençliğinindir!
İTÜ, faşist çetelerin değil, 6. Filo’yu denize dökenlerin; Harun Karadenizlerin okuludur!
Bu onurlu geleneğin mirasçıları olarak, bugün de aynı kararlılıkla mücadele ediyor, üniversiteli gençliği bu mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz!

Kampüslerimizi faşistlere, emperyalistlere ve onların işbirlikçilerine bırakmayalım, yeni bir üniversite, yeni bir ülke ve yeni bir gelecek mücadelesini yükseltelim!

Sosyalist Liseliler: Okullarımızda İmam İstemiyoruz!
ÇEDES İptal Edilsin!

ÇEDES projesiyle birlikte okullarımız adım adım gericileştiriliyor. Laiklik ilkesi hiçe sayılıyor, bilimsel eğitimin yerini dini etkinlikler alıyor. Çankaya Kirami Refika Alemdaroğlu Anadolu Lisesi’nde Din Kültürü öğretmenleri tarafından “uygulamalı namaz atölyesi” başlatıldığı duyuruldu.

Öğle aralarında yapılacak bu etkinlik, “gönüllülük” adı altında dinselliğin okullarımızda yaygınlaştırılmasının bir aracıdır.

İktidarın “dindar ve kindar nesil” hedefi yalnızca bir söz değil, ÇEDES’le, manevi danışmanlarla, tarikat yurtlarıyla her gün daha somut hale geliyor. Bilimin, sanatın, sorgulamanın yerini biat kültürü alıyor.

Bu karanlığa teslim olmayacağız! Sosyalist Liseliler olarak eğitimde gericiliğe karşı laiklik mücadelesini yükselteceğimizi bir kez daha ilan ediyor; eşit, parasız ve bilimsel eğitim için tüm sıra arkadaşlarımızı mücadeleye çağırıyoruz.

Birleşik Komünist Parti’den “Bu Düzeni Değiştiriyoruz” Buluşmaları

Birleşik Komünist Parti, hafta sonu Ankara, İstanbul, İzmir ve Edirne’de “Bu Düzeni Değiştiriyoruz” başlıklı buluşmalar düzenleyerek yeni parti binalarının açılışlarını gerçekleştirdi.

İstanbul’da Beyoğlu, Bakırköy ve Sultangazi’de; Ankara’da Kızılay’da; İzmir’de ise Karşıyaka ve Alsancak’ta gerçekleştirilen açılışlara parti üyeleri ve dostları katıldı.

Açılışlarda yapılan konuşmalarda, yeni binaların ülkenin eşitlik, özgürlük ve laiklik mücadelesinde birer mücadele merkezi olacağı vurgulandı. Türkiye’de sömürü düzenine karşı mücadele eden herkesin bu alanlarda buluşabileceği ve binaların kapılarının eşitlik, özgürlük ve laiklik kavgası veren herkese açık olduğu ifade edildi. Parti temsilcileri, mevcut düzenin değişmesinin ancak örgütlü bir halk hareketiyle mümkün olduğunu belirtti.

Buluşmalarda, BKP 1. Kuruluş Kongresi kararları doğrultusunda, güçlü bir sınıf hareketi kurmak, sosyalizm mücadelesini büyütmek ve güçlendirmek amacıyla önümüzdeki günlerde Birlik Ve Dayanışma Hareketi’nin kuruluş toplantılarının gerçekleştirileceği duyuruldu.

Birleşik Komünist Parti, sömürüsüz ve aydınlık bir ülke hedefiyle mücadeleyi büyütme çağrısında bulunarak, tüm emekçileri örgütlenmeye ve mücadeleye çağırdı.

Birlik ve Dayanışma Gazetesi’nin 2. Sayısı Alanlarda

Birlik ve Dayanışma Hareketi’nin, iki haftalık halk gazetesinin 2.sayısı çıktı. Birlik ve Dayanışma Gazetesi’nin “Bu Düzeni Değiştireceğiz!” manşetiyle çıkan 2. sayısında, Kasım ayı içerisinde ilk buluşmalarını gerçekleştirecek olan Birlik ve Dayanışma Hareketi’ne güç verme çağrısı yapıldı.